03 Aralık 2011 Vieux Port, Marsilya - Fransa
Bir sene sonra yine aynı bankta, geçen sene bu aralarda yazdığım yazıyı okuyorum... Değişen ne mi? Hiç...
Az önce tren istasyonundaydım...
İranlı bir arkadaşımı bütün hayatını belirleyecek olan lanet olası bir kâğıt
parçasını almak üzere Paris'e mahkemeye doğru uğurladım. Pijamalarla çıktım
evden, sadece bir moral vedası için gidecektim... Ruh hastası memurlar yüzünden
içeri bile giremeden ayaküstü bir "görüşürüz" ile uğurladım. Sonra
çıktım gardan yürümeye başladım… Onun hayatını, yaşadıklarını, hayatının
zorluğunu düşünürken utandım kafaya taktığım sorunlarıma, üzüldüğüm saçma sapan
konulara. Eve dönecekken ayaklarım yine deniz kenarına getirdi beni... Limana.
Aralık başı, Noel hazırlıkları
tamamlanıyor. Dönme dolaplar, güney Fransa’ya has el yapımı tatlılar, Noel baba
motifli çikolatalar… Hemen hemen her şey çocuklar için olsa da görüntü çok
şirin. Mükemmel bir hava var, montsuz bile gezilir kalın bir kazakla. Etrafta
dantelli çoraplarıyla nostaljik bisiklete binen kırmızı rujlu kokoş kızlardan,
yüksek sesle bağıra bağıra konuşan Fas, Tunus göçmenlerine kadar her türlü
insan var... Yürürken Hotel en Ville’in önüne geldim. Etrafı en eski taş Marsilya
binaları ile çevrili, tek cephesi limana bakan ve tepedeki gösterişli Notre
Dame de la Garde kilisesini gören bir meydan. Limanın ortasında da olsa şehrin
zenginlerinin geldiği bir caddeye açılıyor meydan. Bütün restoran ve cafélerde
55-60 yaş üstü fularlı tonton amcalarla, zümrüt küpeli teyzeler dolu.
Genellikle deniz mahsulü ağırlıklı olmak üzere zengin Fransız gurme mutfağının
yemeklerinden yiyip, Cote d’Azur-Provence bölgesinin mükemmel şaraplarını
denemeye adamışlar belli ki hayatlarının geri kalanını. Seviyorum aslında bu
görüntüyü… Bizim yaşlarımızda yaşadıkları bütün gelgitler bitmiş, acılar
dinmiş, hevesler geçmiş ya da elde edilmiş, hedeflere ulaşılmış, belki çocuklar
torunlar... Kısaca bütün hayaller gerçekleşmiş, yanlarında sevdikleri kadın
veya adam, sadece "hayattan zevk almak" adına devam ediyorlar
yaşantılarına...
Düşünüyorum bir gün bende böyle
olabilecek miyim diye... 65-70 yaşımda, yanımda yıllar önce aşık olduğum adam,
aşk bitmiş çoktan, ama sevgimiz hala sonsuz, çocuklarımız büyümüş çoktan
ailelerini kurmuş ve yine baş başa kalmışız, güzel bir şehrin deniz kıyısında balığımızı
yiyip şarabımızı içiyoruz. Hayatımız o kadar sade o kadar basit ama dünyalara
sahip olan insanlardan daha mutluyuz böyle. Bu kadar şanslı olabilir miyim
acaba, o yaşlarda da olsa, hala sevmeyi bugünkü kadar başarabilir miyim, bugün olduğum
gibi sadece bir "günaydın”la mutlu olabilir miyim? Ya da uyurken sadece
arkamdan sarılıp tek bir söz söylemeden uykuya daldığım adam tatmin eder mi
beni? Uyandığımda içerde benim için hazırladığı kahvenin kokusu güne mutlu başlama
sebebim olur mu, ya da hala ona "sağlığı için kendine dikkat
etmesini" sert bir dille söylememi "hala onu kaybetmekten korkuyorum"
diye algılar mı? Yaşı var mı bütün bunların? Bugünkü kadar naif kalır mı aşk yıllar
sonra da? Ya da son güne kadar böyle kalabilenler mi aşıktır sadece de biz geçici
heveslerle kendimizi kandırıp aşk ya da aşklar yaşadığımıza inanıyoruz. Son gözyaşı
döktüğün adamı koyabiliyor musun o tonton amcanın yerine? 50 yıl sonra beli tutulmasın
diye oturduğu koltuğun yanına gidip beline yastık koymayı hayal edeceğine inanıyor
musun? Gün gelip o ilk buluşmanızdaki kadar yakışıklı görünmediğinde,
sokaklarda seni aniden kucağına alacak gücü bile kalmadığında hala uyanıp
onunda gözlerini açmasını bekleyeceğine? Sanmıyorum... Böyle kaç kişi girebilir
ki bir insanin hayatına. Bir? İki? Belki de girmez bile. Şans mıdır mesela? Ya
da o kadar çok hırslarımız, heveslerimiz, farklı önceliklerimiz var ki, bütün
bu hayalleri bu sadelikte bize yaşatan insanı görmüyoruz bile hayatımızın
kalabalıklığından… Etraftaki sahtelik, o kadar kör ediyor ki bazen değil önümüzde
duran hayatımızın aşkını kendi hayatımızın bile değerini göremiyoruz. Boş üzüntüler,
boş karakterlerle harcıyoruz vaktimizi zaman akıp giderken...
İnsan beklentileri kadar mutlu olurmuş
hayatta... Bu oturduğum banktan denize bakıp, kilisenin yanan ışıklarını
seyrederken gecen insanları güler yüzle izleyebilecek kadar güzel hayat aslında...
Ve ben bu akşam bu kadarını bile hayal etmeden, rastgele buraya gelip son bir
saatimi bu manzaraya bakarak geçirebildiğim için bile zevk alıyorum hayattan...
2 yorum:
senin yazılarını okurken kendimi bulunduğun yerde , anlattıklarını yaşamış gibi hissediyorum.
Cok guzel.ilginceye katiliyorum, bu yazidaki ben hem disardaki hem oteldekiydim :) Leyla Y. XX
Yorum Gönder