19 Kasım 2012 Pazartesi

Hayat Çok Güzel Aslında

03 Aralık 2011 Vieux Port, Marsilya - Fransa

Bir sene sonra yine aynı bankta, geçen sene bu aralarda yazdığım yazıyı okuyorum... Değişen ne mi? Hiç...
Az önce tren istasyonundaydım... İranlı bir arkadaşımı bütün hayatını belirleyecek olan lanet olası bir kâğıt parçasını almak üzere Paris'e mahkemeye doğru uğurladım. Pijamalarla çıktım evden, sadece bir moral vedası için gidecektim... Ruh hastası memurlar yüzünden içeri bile giremeden ayaküstü bir "görüşürüz" ile uğurladım. Sonra çıktım gardan yürümeye başladım… Onun hayatını, yaşadıklarını, hayatının zorluğunu düşünürken utandım kafaya taktığım sorunlarıma, üzüldüğüm saçma sapan konulara. Eve dönecekken ayaklarım yine deniz kenarına getirdi beni... Limana.
Aralık başı, Noel hazırlıkları tamamlanıyor. Dönme dolaplar, güney Fransa’ya has el yapımı tatlılar, Noel baba motifli çikolatalar… Hemen hemen her şey çocuklar için olsa da görüntü çok şirin. Mükemmel bir hava var, montsuz bile gezilir kalın bir kazakla. Etrafta dantelli çoraplarıyla nostaljik bisiklete binen kırmızı rujlu kokoş kızlardan, yüksek sesle bağıra bağıra konuşan Fas, Tunus göçmenlerine kadar her türlü insan var... Yürürken Hotel en Ville’in önüne geldim. Etrafı en eski taş Marsilya binaları ile çevrili, tek cephesi limana bakan ve tepedeki gösterişli Notre Dame de la Garde kilisesini gören bir meydan. Limanın ortasında da olsa şehrin zenginlerinin geldiği bir caddeye açılıyor meydan. Bütün restoran ve cafélerde 55-60 yaş üstü fularlı tonton amcalarla, zümrüt küpeli teyzeler dolu. Genellikle deniz mahsulü ağırlıklı olmak üzere zengin Fransız gurme mutfağının yemeklerinden yiyip, Cote d’Azur-Provence bölgesinin mükemmel şaraplarını denemeye adamışlar belli ki hayatlarının geri kalanını. Seviyorum aslında bu görüntüyü… Bizim yaşlarımızda yaşadıkları bütün gelgitler bitmiş, acılar dinmiş, hevesler geçmiş ya da elde edilmiş, hedeflere ulaşılmış, belki çocuklar torunlar... Kısaca bütün hayaller gerçekleşmiş, yanlarında sevdikleri kadın veya adam, sadece "hayattan zevk almak" adına devam ediyorlar yaşantılarına...
Düşünüyorum bir gün bende böyle olabilecek miyim diye... 65-70 yaşımda, yanımda yıllar önce aşık olduğum adam, aşk bitmiş çoktan, ama sevgimiz hala sonsuz, çocuklarımız büyümüş çoktan ailelerini kurmuş ve yine baş başa kalmışız, güzel bir şehrin deniz kıyısında balığımızı yiyip şarabımızı içiyoruz. Hayatımız o kadar sade o kadar basit ama dünyalara sahip olan insanlardan daha mutluyuz böyle. Bu kadar şanslı olabilir miyim acaba, o yaşlarda da olsa, hala sevmeyi bugünkü kadar başarabilir miyim, bugün olduğum gibi sadece bir "günaydın”la mutlu olabilir miyim? Ya da uyurken sadece arkamdan sarılıp tek bir söz söylemeden uykuya daldığım adam tatmin eder mi beni? Uyandığımda içerde benim için hazırladığı kahvenin kokusu güne mutlu başlama sebebim olur mu, ya da hala ona "sağlığı için kendine dikkat etmesini" sert bir dille söylememi "hala onu kaybetmekten korkuyorum" diye algılar mı? Yaşı var mı bütün bunların? Bugünkü kadar naif kalır mı aşk yıllar sonra da? Ya da son güne kadar böyle kalabilenler mi aşıktır sadece de biz geçici heveslerle kendimizi kandırıp aşk ya da aşklar yaşadığımıza inanıyoruz. Son gözyaşı döktüğün adamı koyabiliyor musun o tonton amcanın yerine? 50 yıl sonra beli tutulmasın diye oturduğu koltuğun yanına gidip beline yastık koymayı hayal edeceğine inanıyor musun? Gün gelip o ilk buluşmanızdaki kadar yakışıklı görünmediğinde, sokaklarda seni aniden kucağına alacak gücü bile kalmadığında hala uyanıp onunda gözlerini açmasını bekleyeceğine? Sanmıyorum... Böyle kaç kişi girebilir ki bir insanin hayatına. Bir? İki? Belki de girmez bile. Şans mıdır mesela? Ya da o kadar çok hırslarımız, heveslerimiz, farklı önceliklerimiz var ki, bütün bu hayalleri bu sadelikte bize yaşatan insanı görmüyoruz bile hayatımızın kalabalıklığından… Etraftaki sahtelik, o kadar kör ediyor ki bazen değil önümüzde duran hayatımızın aşkını kendi hayatımızın bile değerini göremiyoruz. Boş üzüntüler, boş karakterlerle harcıyoruz vaktimizi zaman akıp giderken...
İnsan beklentileri kadar mutlu olurmuş hayatta... Bu oturduğum banktan denize bakıp, kilisenin yanan ışıklarını seyrederken gecen insanları güler yüzle izleyebilecek kadar güzel hayat aslında... Ve ben bu akşam bu kadarını bile hayal etmeden, rastgele buraya gelip son bir saatimi bu manzaraya bakarak geçirebildiğim için bile zevk alıyorum hayattan...

2 yorum:

ilgince dedi ki...

senin yazılarını okurken kendimi bulunduğun yerde , anlattıklarını yaşamış gibi hissediyorum.

Adsız dedi ki...

Cok guzel.ilginceye katiliyorum, bu yazidaki ben hem disardaki hem oteldekiydim :) Leyla Y. XX