Mükemmel dağ ve deniz
manzarasına karşı, Agatha Christie kitaplarının meşhur
karakteri detektif Hercule Poirot'nun en sevdiği içki olan, Votka veya Rom gibi
saf alkolün içinde ezilmiş kuşüzümlerinin sonrasına şeker eklenmesiyle elde edilen
“Crème de Cassis” likörüne yerel şampanyanın karıştırılması ile hazırlanmış,
kasabaya özel Kir Royale kokteylimi yudumlarken yazmaya başlıyorum.
Şimdi sizde en
sevdiğiniz içkinizi önünüze alın ve gözlerinizi kapatın. Bugün benimle bir
yolculuğa çıkıyorsunuz. Fonda yolculuk için birebir, romantik ama hüzünlü
olmayan bir şarkı, France Gall – Laisse Tomber les Filles çalıyor ve yanınızda sevgiliniz
ya da sevdiğiniz bir insan. Güneş tüm güzelliği ile parlıyor ve güney Fransa’nın
yeşilliklerine doğru yol alıyorsunuz. İki yanı kekik tarlaları ile çevirili bir
yolda, rüzgârın esintisi ile camdan içeri giren mükemmel o kekik kokusu eşliğinde,
otoyolda Cassis tabelası doğrultusunda ilerliyorsunuz. Tarlaların bitiminde,
adeta kalem ile çizilmiş güzellikte olan sıra sıra dizili üzüm bağları başlıyor…
Akşam yemeğinde balığınıza eşlik edecek o mükemmel şarabın üretildiği şatoların
arasından geçerek, her gün insanların güneşin doğuş ve batış saatlerini
hesaplayıp, sırf o inanılmaz görüntüyü izlemek için üşenmeden tepesine çıktığı
dağın arasından geçerek, aşağıda masmavi denizi ve rengârenk çiçeklerini
görebildiğiniz yere yaklaşıyorsunuz. Arnavut kaldırımlarının başlamasıyla artık,
mükemmel bir gün geçireceğiniz romantik bir kasabanın içindesiniz, hoş
geldiniz.
Karşınızda berrak
kelimesini kafanızda tekrar tanımlatacak temizlikte bir deniz, kokusunu
yürürken bile hissedebileceğiniz yoğunlukta, eski taş duvarlardan sarkan
çiçekler ve akşam yemeği için sabırsızlanmanıza sebep olacak şirinlikteki
balıkçılar… Önce şehirde ufak bir tur atmak istiyorsunuz ve ilk gördüğünüz,
mavi panjurlu evleri olan şirin sokağa doğru yürüyorsunuz.
Sokak bir meydana
açılıyor ve meydan da karşınızda dans eden bir grup insan çıkıyor. Duyduğunuz
Por Uno Cabeza melodisinden çok geçmeden bunun gün içinde insanlar
tarafından spontane gerçekleştirilen bir Milonga olduğunu anlıyorsunuz. Kendi halinde bir araya
gelip, tango yapan insanlar… Aşkın ve tutkunun dansı tango, hiçbir şey
bilmeseniz bile, gözlerinizi kapatıp kendinizi müziğin ritmine ve erkeğin vereceği
yönlendirmelere bıraktığınızda herkesin edebileceği bir dans… Aralarına dalıp, sadece
bir şarkılığına Arjantine gidiyor, daha sonra kasabadaki turunuza devam
ediyorsunuz. Önce Fransa’nın meşhur bisküvilerinin satıldığı mağazaya
uğruyor, daha sonra Cassis bölgesinin şaraplarını tatmak üzere bir şarap
butiğine giriyorsunuz. AOC etiketli şaraplarınızı aldıktan sonra sonra akşam
yemeğini planlamaya geliyor.
Güneş batmaya
başlarken, kasabanın iç sokaklarının arasından limana doğru ilerliyorsunuz. Limana
geldiğinizde denize sıfır, sıra sıra dizilmiş balıkçıların ilkinden sırayla incelemeye
başlıyorsunuz. Onlarca çeşit Fransız ve Akdeniz mutfağı gurme yemekleri
arasından önce balık mı, diğer deniz mahsulleri mi yoksa meşhur “Moules et
Frites”’i mi seçeceğinize karar vermek istiyorsunuz. Sonunda kendi kültürümüzün
de vazgeçilmezi olan iyi hazırlanmış bir mevsim balığı yemek üzere karar
veriyorsunuz. Kibar Fransız garson denizi en güzel gören masayı gösterip,
size masaya kadar eşlik ediyor. Daha sonra karar veremediğiniz şarap menüsüne
bakarken, mekân sahibi imdadınıza yetişip, elinde bir kadeh ve birkaç şarap
çeşidi ile yanınıza geliyor.
Size tattırdığı şaraplar arasından, gerçekten
bölgenin üzümlerinden yapıldığının ve öngörülen miktarda üzüm kullanıldığının garantisi
olan “Appellation Cassis
Contrôlée” etiketli, 2009 yapımı bir
Cassis şarabını seçiyorsunuz. Balıkçılar için genelde verimsiz geçen Haziran
ayında, yumurtalarını döküp dağınık gezmeleri sebebiyle çok lezzetli olmayan
Tekir ve Barbunya familyası, Temmuz ayında en lezzetli dönemini yaşamaya başladığı
için tercihinizi Provensal usulde bölge otları ile hazırlanmış Barbunya’dan
yana kullanıyorsunuz. Fonda Charles
Aznavour’un mükemmel sesi eşliğinde, Cassis şatosu ve Akdenize karşı başladığınız
akşam yemeğini, havanın kararmasıyla sahilde kurulan ressamların tezgâhlarında
çizdikleri sanat şaheserlerini izleyerek bitiriyorsunuz.
Ve artık
gözlerinizi açabilirsiniz… Frédéric Mistral’in "Paris’i görüp
Cassis’i görmediyseniz, hiç bir şey görmemişsiniz demektir! (Qu'a vist París e non Cassís a ren vist.)" söylemine
benim kadar hak veriyorsunuz değil mi?
1 yorum:
Fransa nın Cassis ine gittim ama dönmek istemedim..
Yorum Gönder