30 Haziran 2012 Cumartesi

Benim Bodrum’um Sizinkiyle Aynı Değil Bence...


Bir gece önce yine Yalıkavak’taki meşhur bir balıkçıda başlayıp, Ship a Hoy’da söndürmüşsünüz feneri. Gece ne kadar içmişsiniz belli değil, kafanız hala güzel ama yinede mecburen 40°C sıcakta, ağustos böceklerinin susmadığı bir sabaha uyanıyorsunuz.
“Dün nasıl döndük biz ya” diye geceyi sorgularken dışarı çıkıyorsunuz otelden, duvarlarından dünyanın en güzel çiçeklerinden biri olan pembe begonvillerin sarktığı beyaz Bodrum evlerinin arasında neredeyse hepsi 34 plaka olan lüks arabaların olduğu otoparkların arasından geçerek, “ya yer kalmazsa” telaşıyla erkenden “beach”lere ulaşıyorsunuz. Hani şu theme song’u Serdar Ortaç olanlardan (Hadi Ajda’ya da ayıp olmasın).
Öğlene doğru jetskiden inip bütün tanıdıklarınıza selam verdikten sonra, akşamüstü happy hour’da locanızdaki minderlerde zıplarken, sözde dinlenmeye geldiğiniz tatilin daha ikinci gününden bir yorgunluk hissetmeye başlıyorsunuz. Sıcağın etkisiyle öğlen içtikleriniz çarpmaya, kafanız hafiften güzel olmaya başlıyor. Bir saat filan uyuyorsunuz sonra tabi ki akşam için hazırlanmaya… En kokoş hallerinizle yine bir mantıcıya ya da “meşhur” bir balıkçıya, deniz balığımı çiftlik balığımı olduğunu bilmediğiniz akşam yemeğinizi sipariş vermeye gidiyorsunuz. Günün yorgunluğunun etkisiyle aldığınız alkol kısa sürede çakırkeyif hissetmenizi sağlıyor, doğal olarak “gece çıkası” geliyor insanın tabi. Ship a Hoy, Fink filan sabahlamaya doğru yol alıyorsunuz… Sonra sabah yine aynı, sonra ki sabah yine… Derken neredeyse yarısını hatırlamadığız tatil bitip, sezon kapanıyor işte.
Biliyorum “sen sanki böyle yaşamadın” dedirtiyor yazdıklarım. Yalan değil bende yaptım bunları, gezdim, içtim, dağıttım, eğlendim de, başka bir Bodrum’um daha oldu hep benim. Aşık mıyım boşluktan mı iç hesaplaşması olur ya insanın hayatın bazı dönemlerinde, işte yukarıda yazdıklarım boşlukta olduğum yanımken, öteki Bodrum gerçekten aşık olduğum Bodrum’du…

Ailem, arkadaşlarım, aşklarım, çocukluğum, kahkahalarım, mutluluklarım, yalnızlığım, yılın her mevsimi en büyük kaçamağım, dünya üzerinde en huzur bulduğum mabedim benim. Demek istediğim gitmek için gün saydığım, çocukluğumu geçirdiğim Aktur’un mavi denizine bayıldığım kadar, kışın Bodrum kalesine gidip Kayra Prensesi’nin alçakgönüllülüğünü defalarca okuyup, Kral Mousolos’un ölümünden sonra Artemis’in yaptırdığı, dünyanın 7 harikasından biri olan Mausoleion’una da hayran olduğum bir yer.  Bodrum’u Bodrum yapan detayları bilmedikten sonra, yazın her sene dekorasyonu değişen ama hep aynı yüzleri gördüğünüz mekânlarda oturmak değil bana göre Bodrum. Kısaca, köylülerin kurduğu Bodrum pazarına gidip kokusunu koklayarak aldığım domateslerle hazırlanmış uzun bir aile kahvaltısı yapmadıktan sonra akşam yemeğinde bir zamanlar salaş diye bayıldığım, son 2-3 yılın en lüks balıkçısı Sait’te yediğim deniz mahsullü mezelerin önemi yok benim için… Ya da yel değirmenlerine doğru Bardakçı koyununun olağan üstü manzarasını izlerken, orada bir su perisinin tanrılara Hermafrodit’e olan aşkı için yalvarışını düşünerek yaz aşkının omzunda uyumadıktan sonra, ne anlamı var Marmara otelinin terasından caz eşliğinde şehri izlemenin...

Hayatım boyunca en hayran olduğum dönem olan Helenistik döneme ait kalıntı ve hikâyeleriyle, iki kulesinden biri günümüze neredeyse orijinal boyutları ile gelen bugün batık antik kent olan Myndos’un kapısından geçerek Gümüşlük’e balık yemeğe gelmekten daha romantik ne olabilir ki?  Türkbükü’ünde happy hour saatlerinde denizin ortasındaki sala çıkıp kıyıya doğru piyasa yapmak, Bitez’de sabaha karşı denize girip, güneşin doğuşunu denizin içinden izlemeye tercih edilir mi gerçekten?

Ya da sualtında, 25 metre derinlikte dibini göremediğiniz boşluğa süzülürken karşınıza çıkan, dokunmaya kıyamadığınız mükemmel mercanlardan, elinizden gelip yemek yiyen balıklardan sonra, haute couture bikinilerle yüzmek ne kadar zevk verebilir ki insana? Arkadaşınızın ailesinin mükemmel meyve bahçesindeki on parmak yenen mangal sefasının yerini, Yağhane’deki bir akşam yemeği tutabilir mi? Mavi’de dinlediğiniz kaliteli müzikten sonra, Fink’teki bütün yaz aynı çalan playlisti kaç gün üst üste dinleyebilirsiniz ki? Kısaca, en yakın arkadaşınızla amaçsızca Tavşan adasının tepesinde güneş batana kadar geyik yapıp, Del Mar’a bir şeyler içmeye gittiğinizde yorgunluktan minderler üstünde uyuya kalmadıktan sonra, Aganta Burina Burinata romanından bile haberdar olmadığınız Halikarnas balıkçısının Bodrum’una bu kadar sığ bakmayın bence…

Çünkü kendisinin “Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin, senden öncekiler de böyleydiler, akıllarını Bodrum'da bırakıp gittiler..." söyleminde bahsettiği Bodrum, sadece tatil ve eğlence hayatından oluşan değil, tarihi ve doğal mükemmelliğiyle insanda zamanı durdurma isteği uyandıran Bodrum…





5 yorum:

Burçin Sakallar dedi ki...

Bodrum Bodrum :)))

Unknown dedi ki...

Şahane!

Unknown dedi ki...

bu ve bundan önce ki beğenmemek mümkün mü :)) devamını bekliyorum senden

Cenk Güven dedi ki...

harikaaaa.....

canan güven dedi ki...

teyzemmm çok anlamlı.. çok samimi ve duru bir yazı