Bir
gece önce yine Yalıkavak’taki meşhur bir balıkçıda başlayıp, Ship a Hoy’da
söndürmüşsünüz feneri. Gece ne kadar içmişsiniz belli değil, kafanız hala güzel
ama yinede mecburen 40°C sıcakta, ağustos böceklerinin susmadığı bir sabaha
uyanıyorsunuz.
“Dün nasıl döndük biz ya” diye geceyi sorgularken dışarı
çıkıyorsunuz otelden, duvarlarından dünyanın en güzel çiçeklerinden biri olan
pembe begonvillerin sarktığı beyaz Bodrum evlerinin arasında neredeyse hepsi 34 plaka
olan lüks arabaların olduğu otoparkların arasından geçerek, “ya yer kalmazsa”
telaşıyla erkenden “beach”lere ulaşıyorsunuz. Hani şu theme song’u Serdar Ortaç
olanlardan (Hadi Ajda’ya da ayıp olmasın).
Öğlene doğru jetskiden inip bütün
tanıdıklarınıza selam verdikten sonra, akşamüstü happy hour’da locanızdaki
minderlerde zıplarken, sözde dinlenmeye geldiğiniz tatilin daha ikinci gününden
bir yorgunluk hissetmeye başlıyorsunuz. Sıcağın etkisiyle öğlen içtikleriniz
çarpmaya, kafanız hafiften güzel olmaya başlıyor. Bir saat filan uyuyorsunuz
sonra tabi ki akşam için hazırlanmaya… En kokoş hallerinizle yine bir mantıcıya
ya da “meşhur” bir balıkçıya, deniz balığımı çiftlik balığımı olduğunu
bilmediğiniz akşam yemeğinizi sipariş vermeye gidiyorsunuz. Günün yorgunluğunun
etkisiyle aldığınız alkol kısa sürede çakırkeyif hissetmenizi sağlıyor, doğal olarak “gece çıkası” geliyor
insanın tabi. Ship a Hoy, Fink filan sabahlamaya doğru yol alıyorsunuz… Sonra
sabah yine aynı, sonra ki sabah yine… Derken neredeyse yarısını hatırlamadığız
tatil bitip, sezon kapanıyor işte.
Biliyorum
“sen sanki böyle yaşamadın” dedirtiyor yazdıklarım. Yalan değil bende yaptım
bunları, gezdim, içtim, dağıttım, eğlendim de, başka bir Bodrum’um daha oldu
hep benim. Aşık mıyım boşluktan mı iç hesaplaşması olur ya insanın hayatın bazı
dönemlerinde, işte yukarıda yazdıklarım boşlukta olduğum yanımken, öteki Bodrum
gerçekten aşık olduğum Bodrum’du…
Ailem,
arkadaşlarım, aşklarım, çocukluğum, kahkahalarım, mutluluklarım, yalnızlığım,
yılın her mevsimi en büyük kaçamağım, dünya üzerinde en huzur bulduğum mabedim
benim. Demek istediğim gitmek için gün saydığım, çocukluğumu geçirdiğim
Aktur’un mavi denizine bayıldığım kadar, kışın Bodrum kalesine gidip Kayra
Prensesi’nin alçakgönüllülüğünü defalarca okuyup, Kral Mousolos’un ölümünden
sonra Artemis’in yaptırdığı, dünyanın 7 harikasından biri olan Mausoleion’una
da hayran olduğum bir yer. Bodrum’u
Bodrum yapan detayları bilmedikten sonra, yazın her sene dekorasyonu değişen
ama hep aynı yüzleri gördüğünüz mekânlarda oturmak değil bana göre Bodrum. Kısaca,
köylülerin kurduğu Bodrum pazarına gidip kokusunu koklayarak aldığım domateslerle hazırlanmış uzun
bir aile kahvaltısı yapmadıktan sonra akşam yemeğinde bir zamanlar salaş diye
bayıldığım, son 2-3 yılın en lüks balıkçısı Sait’te yediğim deniz mahsullü mezelerin
önemi yok benim için… Ya da yel değirmenlerine doğru Bardakçı koyununun olağan
üstü manzarasını izlerken, orada bir su perisinin tanrılara Hermafrodit’e olan
aşkı için yalvarışını düşünerek yaz aşkının omzunda uyumadıktan sonra, ne
anlamı var Marmara otelinin terasından caz eşliğinde şehri izlemenin...
Hayatım boyunca en hayran olduğum dönem olan Helenistik
döneme ait kalıntı ve hikâyeleriyle, iki kulesinden biri günümüze neredeyse
orijinal boyutları ile gelen bugün batık antik kent olan Myndos’un kapısından
geçerek Gümüşlük’e balık yemeğe gelmekten daha romantik ne olabilir ki? Türkbükü’ünde happy hour saatlerinde
denizin ortasındaki sala çıkıp kıyıya doğru piyasa yapmak, Bitez’de sabaha
karşı denize girip, güneşin doğuşunu denizin içinden izlemeye tercih edilir mi
gerçekten?
Ya da sualtında, 25 metre derinlikte dibini göremediğiniz boşluğa süzülürken karşınıza çıkan, dokunmaya kıyamadığınız mükemmel mercanlardan, elinizden gelip yemek yiyen balıklardan sonra, haute couture bikinilerle yüzmek ne kadar zevk verebilir ki insana? Arkadaşınızın ailesinin mükemmel meyve bahçesindeki on parmak yenen mangal sefasının yerini, Yağhane’deki bir akşam yemeği tutabilir mi? Mavi’de dinlediğiniz kaliteli müzikten sonra, Fink’teki bütün yaz aynı çalan playlisti kaç gün üst üste dinleyebilirsiniz ki? Kısaca, en yakın arkadaşınızla amaçsızca Tavşan adasının tepesinde güneş batana kadar geyik yapıp, Del Mar’a bir şeyler içmeye gittiğinizde yorgunluktan minderler üstünde uyuya kalmadıktan sonra, Aganta Burina Burinata romanından bile haberdar olmadığınız Halikarnas balıkçısının Bodrum’una bu kadar sığ bakmayın bence…
Çünkü kendisinin “Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin, senden
öncekiler de böyleydiler, akıllarını Bodrum'da bırakıp gittiler..."
söyleminde bahsettiği Bodrum, sadece tatil ve eğlence hayatından oluşan değil,
tarihi ve doğal mükemmelliğiyle insanda zamanı durdurma isteği uyandıran
Bodrum…
5 yorum:
Bodrum Bodrum :)))
Şahane!
bu ve bundan önce ki beğenmemek mümkün mü :)) devamını bekliyorum senden
harikaaaa.....
teyzemmm çok anlamlı.. çok samimi ve duru bir yazı
Yorum Gönder